26 Haziran 2011 Pazar

KOMŞUSU DONSUZ YATARKEN, “DAMAT-TWEEN” GİYEN BİZDEN DEĞİLDİR!


Yüzyıllardır “Giyinmek sanattır” sloganını billboardlarda, radyo programlarında, televizyonlarda, reklamlarda hemen her yerde görmüşlüğünüz ya da duymuşluğunuz vardır. Kapitalist toplumlarda giyinmeyi sanat olarak gören zihniyetlere karşı bu sloganı sorgulamak yersiz hatta çok gereksizdir. O halde şöyle bir soruyla karşılaşmak kaçınılmazdır: “Çirkin giyinmek mallık mıdır?” Eski Yunan mitolojisinde tanrıların kralı “Zeus” dal daşşak gezerken de sanat oluyordu. Hani, giyinmek sanattı? Zeus’un çıplaklığını tanrıça Hera hiçbir zaman dert etmedi. Dert etmediği gibi “Kocacığım, gömleğinin altına şu sandalet olmamış, Hermes’e söyleyelim de Damat mağazasına bir koşu gidip sana siyah rugan ayakkabı alsın” hiç demedi. O halde neden giyinmek sanat oldu şimdi?
Şu üstte yazılanları bir kenara bırakacak olursak, hayatımız çoğu zaman marka tutkunu insanlarla dolu öyle ki bu marka tutkunları sizi bile -siz farkında olmadan- o fanlar grubuna dâhil edebilir. İddia ediyorum benim yakın arkadaşımın marka tutkusu sizin arkadaşlarınızın tutkusunu dövecek kadar ileri derecede. Eğer inanmıyorsanız, yazının geri kalan kısmını okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.
Arkadaşın adını vermek yakışı kalmayacağından dolayı kendisini “Mr. Dizayn” olarak anons ediyorum. Mr. Dizayn eli bastonlu yaşlı bir emmi olunca hatta ölüme beş kala mağazada olacak kadar kıyafet tutkusu olan birisidir. Nerden mi biliyorum, adam mağazalardan çıkmıyor arkadaş! Hayır, çıkmasını geçtim nerde son model bir tişört, bir blue jean, bir gömlek var, reklamlardan bir gün sonra zatın üstünde.
Allah sizi inandırsın geçen gün evlerine gittim dolap, dolap değil maşallah açık büfe mağaza, seç beğen ama giy cinsinden. Önce küçük bir şok geçirdim ardından kendi kendimi sakinleştirdim. Oha mına koyim! “Oğlum sen bütün maaşını bunlara mı veriyorsun? diye bir soru da sordum tabi. Ama adamın umrunda değil aklı geçen gün Damat mağazasından alamadığı gömlek de kalmış. Kartında limit kalmamış, yoksa alırmış. Bak sen şu maymun iştahlıya! Tanrım, tek tek saymaya çalıştım bütün mal varlığını da bilirsiniz dilciyim matematiğim bir yere kadar dedi o esnada. Sayamadım! Yani sayılacak gibi değil...
Kocaman bir oda düşünün ve odayı boydan boya kaplayan büyükçe bir dolap. Pardon, haksızlık ediyorum büyükçe diyerek kocaman lan kocaman! Dolabın altı üstü içi dışı her tarafı kıyafet. Kıyafet demiyorum bildiğin mağaza duruyor karşında. Dolabın bir bölümünü açıyorum; askılara özenle dizilmiş nerden baksan 150 adet kumaş pantolon hepsi de ütülü. Ütüyü de bizzat kendisi yapar. Eminim bir gün ütü için elemana ihtiyaç duyacak çünkü sayıları her geçen gün artmakta pantolonlarının. Ha bir de henüz diktirmediği onlarca kumaş var. “Ütücü” pozisyonu için eleman arayan sitelere ilan bırakırsa hiç şaşırmam! Olur da bırakacak olursa CV’nize “İtinayla ütü yapılır” notunu yazmayı unutmayın hatta ilana başvurmadan önce benimle irtibata geçin, kendinizi işe kabul ettirmek için birkaç tüyo veririm.
Tahmini rakam verdiğim kumaş pantolonların dışında bir de kullanmadığı pantolonlar var. Onlar da başka bir yerde ikamet ediyorlar. Dilim tutuldu; konuşamadım. Önce yutkundum, ardından öteki bölmeyi açayım dedim. Zaten açmamla kapamam bir oldu. Çüş! Yuh! demeye başladım. Şaşırdığım noktaya gelecek olursam, 40 adetten fazla takım ve onların yanında 20’den fazla blazer ceket. Resmen şoktayım anlayacağınız! O anki tepkimi Avrupa Yakasının zıpır kızı Selin ifade edebilir, nasıl mı? “Oha falan oldum yani!” ve içimden: “Lan Cengiz Abazoğlu’nun bile bu kadar kıyafeti yok!” dedim.
Henüz şaşkınlığımın üzerinden saniyeler geçmişti ki öteki bölmeye bakayım dedim demez olaydım. Burhan Altıntop olsaydı herhalde o zaman diliminde elini başına koyar, küçük bir şoktan sonra dilli tutulmuş bir şekilde “Sen hasta mısın?” derdi. Katılıyorum Burhan abi hem de sonuna kadar. Adam gerçekten kıyafet hastası ama sadece kıyafet değil “marka kıyafet hastası”! Aralarında Ramsey, Sarar, Koton, Damat, Tween, Sarar, Sabri Özel, Kığilı, Hatemoğlu, Efor, Cashmere, Pierre Cardin, U.S. Polo Assn ve daha sayamadığım tonlarca markadan oluşan sen de 200 ben diyeyim 400 adet gömlek! Bunlar sadece birkaçı. Yanlış duymadınız henüz hiç açılmamış kaymak gibi jelatinleri ve etiketleri üstünde daha yüzlerce gömlek de dolapta kendilerine yer bulamadığı için kanepenin altında koli istiflenir gibi dizilmişler. Acaba hepsini giyinmek için ömrü yetecek mi çok merak ediyorum. Diyelim ki hepsini giyecek, o zaman beş dakika da bir kıyafet kombinasyonu yapıp evde gezmesi gerekecek, sanırım bu da onun 1 yıl evde durması demek!
Adamın odası oda değil mübarek birleşmiş markalar mağazası hem de en cikslerinden. Keşke o an bütün kıyafet varlığının fotoğraflarını çekip anneme gösterseydim de, “Bu kadar elbisen var, neden gidip yeni şeyler alıyorsun” demez hatta elime birkaç kuruş verip beğendiğim trenchcoat’u almak için mağazaya yollardı...
Ne yani hepsi bu mu diye? söylenenler çıkabilir aranızda. Bitmedi abi daha sayamadığım yüzlerce kot pantolon, onlarca kemer, değişik modellerde tişörtler, çeşit çeşit ayakkabı, renk renk kravat, saatler, donlar ve çoraplar... Keşke Sigmund Freud yaşasaydı da Mr. Dizayn’ı analiz etme şansı olsaydı diyeceğim de, arkadaş adamın bütün kuramlarını alt üst edecek kıyafetlere sahip; yazık olurdu Freud'a yemin ederim.
Neymiş efendim “Giyinmek sanat” değil hastalıktır. Yunan mitolojisindeki bütün tanrılara yetecek kadar bir oda dolusu kıyafetleri olan arkadaşım, olur da bir gün canı sıkılıp işten ayrılmak isterse, elindeki bütün kıyafet varlığıyla karma markaların olduğu bir mağaza açıp önümüzdeki 5 sene boyunca yetecek kadar stoğu elinde bulundurmaktadır. Ben şahidim!

Not: Peygamber efendimiz Mr. Dizayn arkadaşımla sokakta karşılaşmış olsaydı, kesinlikle şöyle derdi: “Komşusu donsuz yatarken, damat-tween marka giyen bizden değildir.”    

20 Haziran 2011 Pazartesi

DERDİM GÖTÜMDEN BÜYÜK!



  “Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Enstitüsü (DİSK-AR) tarafından hazırlanan Mart 2011 İstihdam Raporu'nda, işsiz sayısının 2003-2010 yılları arasında, 1993-2000 yıllarına göre 2 kat, üniversiteli işsiz sayısının ise 3 kat arttığı belirtilerek, güncel işsizlik oranının yüzde 17,68, işsiz sayısının ise 5 milyon olduğu bildirildi.” Tırnak işaretlerinden de anlayacağınız üzre bu alıntı haber 17 Haziran 2011 tarihinde tam da benim öğretmenlik işimin bittiği gün yayınlanmış olmalı ki çünkü 16 Haziran tarihinde işsiz sayısı 4.999.999 iken benimle beraber toplamda 5 milyonu buldu. Peki, istatistikler içinde yeni mezunların oranı var mı? Büyük ihtimal o da yılsonunda netleşir.

     Ulan “lisans mezunu” olup evde iş ilanları sitelerine CV bırakacağınıza, haftanın 7 günü farklı semtleri gezen pazarlarda don satın, sutyen satın; ne bileyim “domates, biber, patlıcan...” diye bağırın eminim daha fazla para kazanırsınız. Komşularınızın “Sen daha bir iş bulamadın mı?” sorularına ayaküstü maruz kalmamak için “Abla, ben pazarda don satıyorum hem de çok iyi para bırakıyor hatta yarın yeni mahalledeyiz” derseniz komşunuz bile eminim yarın don almak için yanınıza uğrayacaktır. Hem bu şekilde vatana, millete, komşuya hayırlı birer evlat olursunuz. Bok mu var sanki dört yıllık üniversite mezunu olmakta?

     Devletin de maşallahı var hani! Yakında bizim köyde de üniversite açılırsa hiç şaşırmam; hatta kazı atma törenine katılır, ilerde kendileriyle beraber çalışmaktan gurur duyacağımı dile getirip gözüme ilk kestirdiğim fiyakalı birine CV’mi tutuşturur, “Bu sizde kalsın, malum ilerde ilan falan verirseniz kimseyi aramayın, ben varım diyip telefon numaramı yüksek sesle anırırım. Zaten devletin eğitim politikalarına hiç değinmeyeceğim malum her şey ortada. En iyi üniversitemiz bile ilk beş yüzdeyiz diye göbekler atıyor. Aferin size! Sizin o küçümsediğiniz Orta Doğu ülkeleri ilk yüzde yer almayı başardı. Siz iyisi mi makale yazarken burnunuzu karıştırın veyahut parmağınızı göbek deliğinize sokup sonra bir koklayın, nerde olduğunuzu o zaman fark edeceksiniz! Siz sayın profesörler, yandaşlarınızı kendi bünyenizde yetiştirmek için duyurduğunuz ilanlarda sadece “ad” ve “soyadını” yazmayı unuttuğunuz yeğenlerinizi akademisyen olarak işe almaya devam edin. Çok beklersiniz dünyada en iyi 100 üniversite arasına girmeyi. Olur da ilk yüze girerseniz haber verin de bir tebrik koyayım size e- posta adresimden.

     Yoğun bir iş maratonundan sonra an itibariyle kariyerli işsizler arasına girmeye hak kazandım. Uzun zamandır devam eden kariyer belirsizliğim doruklara çıkmış durumda. Bunu sonlandırmaya çalışan yakın arkadaşımın teklifini reddetmek zorunda kaldım. Aslında sadece bir ön başvuru yapmamı istemişti. Pozisyon olarak havaalanında özel bir şirkete bağlı olarak anonsçu istihdam edilecekmiş, “Gel sınava gir şansını dene” dedi. Biraz daha işin detayına inince döküldü, yani o formalite icabı. Sana ayak işlerini falan yaptırırlar, elin liselisi emirler yağdırır, sen de yapmak zorunda kalırsın” gibi cümleler kurdu. Bak sen! Kalk sen Cenevreli dilbilimci ve gösterge bilimci Ferdinand de Saussure’ün ”dil” kavramına ilişkin köklü ve uzun süredir dilbilimini etkileyen görüşlerini bil, Chomsky’nin dil ile ilgili savunduğu düşünceleri öğren, Sigmund Freud’un kuramlarını kendi yeğenin üzerinde ayrıştır, Çağdaş Amerikan Edebiyatı öncülerinin yazılarını analiz et, o da yetmedi reklamlardaki dilbilimsel söylemleri bul, pragmatiks (konuşma kuralları kavramı) çalış, Lakoff oku, Shakespeare sonelerini hatmet, Emily Dickinson şiirlerindeki metaforları keşfet sonra da kalk git elin adamının fotokopilerini çek. Lan ben o işi ortaokul mezunuyken de yapardım Allahsız!

     Ne yazık ki Türkiye’de her 10 kişiden 9’unun kendi alanı olmadığı işi yaptığı gerçeğini göz önünde bulundurursak Türkiye’de sigara içme oranının Avrupa ülkelerine oranla neden bu kadar yüksek olduğunu anlamak kaçınılmaz olur. Wanna smoke? (Sigara içmek ister misiniz?) Aslında ne yazık ki ben de bu oranın içinde yer almaktayım.

     Ne yani yazın tatile çıkacağımı falan mı düşünüyorsunuz? “Yılda bir defa, daha önce gitmediğiniz bir yere gidin” diyor elin düşünürü, ulan ücretli maaşımla üst mahalleye çıkamıyordum, kimi kandırıyorsun yahu? Hem 8 ay boyunca “Şimdi eşim dostum beni kadroluyum biliyor; ücretliyim hiç kimse bilmiyor” şarkısını mırıldandım; şimdi kalkıp tatile mi gideceğim, peh?

     Düşünebiliyor munuz, millet “google,” “facebook,” “twitter” gibi siteleri ana sayfa yaparken ben “yök.gov.tr” sitesini ana sayfa yapmış durumdayım. Sık kullanılanlara da sırasıyla “ab.ilan,” “secretcv.com,” “kariyer.net,” “memurlar.net” gibi siteleri dizmişim. Sabah akşam yök’ün akademik ilanlar sayfasını F5’e presslemekten parmağım da F5 izi çıkmış durumda. Neden diye soracak olursanız beklediğim ilan çıkacak da, ben de o ilana başvuracağım diye bu azim ve sabır!

     Son birkaç aydır hayatım iyice motonlaşmış durumda bunun en büyük kanıtı Türk kası olarak adlandırılan balkonum yani göbeğim. İyice yağlandım bağlandım, burnum deseniz hala yerinde küçüleceği yok, dişlerim de İstanbul’un çarpık kentleşmesini aratmayacak düzeyde -belki başbakanın İstanbul ile ilgili projesi bana da uğrar, ben de kurtulmuş olurum bu dertten- kim bilir, boyum deseniz yerinde sayıyor, ha bir de bütün bunların üstüne işsiz oluşumu da katarsak hakikaten derdim götümden büyük!

Not: Hayatın sana dağıttığı eli oynamak zorunda kaldığın anlar var; geri kalan her şey için  “mastercard” pardon “işsizcard” demek istemiştim.